RAYMOND HENRY WİLLİAMS
HAYATI
Raymond Williams, 1921 yılında Galler bölgesi
sınırındaki Pandy köyünde dünyaya geldi. Babası demiryollarında çalışan bir işçi
olan Williams, İlkokulu doğduğu köyde bitirdi. Ortaöğrenimini Abergavenny'deki bir devlet okulunda tamamlayan Williams,
Cambridge Üniversitesi'ndeki Trinity College'i burslu olarak okumaya
hak kazandı. I. Dünya Savaşı sırasında
tanksavar yüzbaşısı olarak görev yaptı. 1946'da, Oxford Üniversitesi
bünyesinde yetişkinlere yönelik bir eğitim programında öğretmen olarak
çalışmaya başladı. 1961'de Cambridge
Üniversitesi'ndeki Jesus College'da öğretim üyesi, 1974'te de aynı üniversitede tiyatro profesörü
oldu. Kültür sosyolojisi ve
edebiyat eleştirisi üstüne çok sayıdaki kitabının yanı sıra, 1947'de, işçi sınıfı kültürünü olumlayan,
sol tandanslı “Politics and Letters”
adlı derginin kurucuları arasında yer aldı. “New Left Review” adlı Marksist dergide de birçok yazısı yayımlanan Williams, İngiltere'de Marksist kültür ve
edebiyat kuramının gelişmesine
önemli katkılarda bulundu. Kültürel
materyalizm olarak nitelendirdiği yaklaşımla, kültürün edebiyat, dil, iletişim,
ideoloji gibi çeşitli alanlarını incelemiş; bunların
kurumlar, işbölümü, üretim biçimi, sınıflar ve demokrasiyle ilişkisini temellendiren kapsamlı bir
kültür kuramına yönelmiştir. Özel
olarak da 18. yy'dan 20. yy.'a uzanan dönem içinde İngiltere'de
kurumların ve ideolojinin gelişimiyle edebiyat arasındaki ilişkiyi ele almış, çağdaş tiyatronun gelişimiyle
ilgilenmiştir. Kültür ve medya
üzerine yaptığı analizlerle İngiliz Kültürel Çalışmalar Ekolüne kaynaklık etmiş
olan Williams, İngiltere’nin en saygın
teorisyenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Çeşitli makaleleri ülkenin
önemli yayın organlarında yayınlanan Williams, 1968 ve 1972 yılları arasında 4
yıl boyunca BBC’de haftalık “Listener” (Dinleyici) isimli programı yapmıştır.
Aynı zamanda İngiliz “Art Council” (Sanat Konseyi) üyesi de olan Williams 27 Şubat 1988 tarihinde
ölmüştür.
ESERLERİ
Eleştiri-İnceleme: Culture and Society, 1958, (Kültür ve Toplum); The Long Revolution, 1961,
(Uzun Devrim); Communications,
1962, (İletişim); Modern Tragedy, 1966, (Çağdaş
Trajedi); Drama from Ibsen
to Brecht, 1968, (Ibsen'den
Brecht'e Tiyatro), Orwell, 1971, The
Country and the City, 1973,
(Kır ve Kent); Television Technology and Cultural Form,
1974, (Televizyon Teknoloji ve Kültürel Biçim); Marksizm and Literatüre, 1977, (Marksizm ve Edebiyat); Problems in
Materialism and Culture,
1981, (Materyalizm ve Kültür Sorunları); Towards 2000, 1985 (İkibine
Doğru) ve People of the Black Mountains, 1990 (Siyah Dağın İnsanları)
Roman:
Border Country, 1960 (Sınır Ülke), Second
Generation, 1964, (İkinci
Kuşak); The Volunteers, 1978, (Gönüllüler)
WİLLİAMS VE KÜLTÜR
İşçi sınıfı bir ailede yetişen
Raymond Williams için yaşamış olduğu ilk deneyimler hayatı boyunca kendisine
yol göstermiş ve düşünce yapısını şekillendirmiştir. Gal yaşantısı ve ardından
yapmış olduğu akademik çalışmalar Williams’ta güçlü bir yöre ve topluluk
bilincinin oluşmasına olanak tanımıştır. Cambridge Üniversitesi'nde
öğrenim görmeye başladığı yıllarda sol görüşü benimseyen ve sol politik
örgütlenmeler içerisinde yer alan Williams için bu dünya görüşü hayata
gözlerini yumuncaya dek sürmüştür. Aynı zamanda edebiyata da özel bir ilgi
duyan Williams, kültür tanımını da bu iki alanın (edebiyat ve politika)
birleştiği yer olarak tanımladı. Yaşamı boyunca beraber büyüdüğü kültürün
insanlarına sırt çeviremeyen ve onları anlama çabası içerisinde olan Williams,
kültürü ve yaşamı hep bu insanların penceresinden anlamlandırma yoluna
gitmiştir. Kitleye yönelik anti-demokratik ve indirgemeci yaklaşımlara karşı
çıkan Williams, ‘öteki’ tanımını ise hayatı boyunca kabullenmemiştir.
Raymond Williams’a göre kültür
yalnızca sanat ve öğrenimde değil aynı zamanda kurumlarda ve sıradan günlük
danışta anlam ve değerleri ifade eden yaşam tarzıdır. Bu tanıma göre, kültür
analizi, belirli bir yaşam tarzı, yani belirli bir kültürdeki açık ya da örtük
anlam ve değerlerin ortaya çıkarılması anlamına gelmektedir. (Özbek, 1994:
78-79) Williams kültüre antropolojik yaklaşmış ve onu “üretim
organizasyonlarını, aile içi ilişkilerinin ve sosyal olayları belirleyen kurum
için etkileşimin ve toplumdaki ilişki biçimlerinin bütünü olarak tanımlamıştır.
Williams’a göre kültür toplumdur ve karşılıklı olarak da toplum da kültürdür.
1940’lı yıllarda Cambridge’de
okuyan Galli bir öğrenci olarak Williams hem ticari kültüre; hem kitle
kültürüne hem de yüksek kültüre karşı daima mesafeli yaklaşmıştır. Williams,
kültürü belli bir teknolojik yapıdaki insanların yaşam biçimlerinin tümü
(Williams,1993) olarak tanımlamıştır. Kültürün tanımlamasında üç kategoriden
bahsetmektedir. Birinci kategori ideal kategoridir ki; bu kategoride kültür
insanlığın mükemmelliğinin süreci ve durumudur. İkincisi belgesel kategoridir;
bu kategoride kültür, insan düşüncesinin ve tecrübesinin detaylıca ve bütün
yönleriyle içinde kaydedildiği entelektüel dünyanın ve imajinasyonunun
yapısıdır. Üçüncü kategori ise, sosyal
kategoridir. Bu tanımlamada kültür, sadece sanatta ve dilde olmayan fakat
normal davranışlarda da kendini gösteren değerleri açıklayan hayat tarzının
betimlemesidir. (Geçer, 2013: 25)
Üniversite yıllarında sınıfsal kökeni ve yaşadığı
yabancılaşma Raymond Williams’ı Marksist düşünce yapısına yakınlaştırmıştır.
Özellikle Marksizmin ‘halkçı’ görünümü Williams’ı oldukça etkilemiştir. Bu yıllarda İngiliz Komünist Partisi’nin bir
yan örgütü olan Sosyalist Kulübe üye olan Williams, burada pek çok kültürel
etkinlikte aktif olarak rol oynamıştır. Ancak Williams hayatı boyunca bildiği
doğrulardan hiçbir zaman şaşmamış ve 1940 sonrası beliren Stalinci düşünce
tarzının kendisiyle uyuşmadığını fark ederek Sosyalist Kulüpten ayrılmış ve
kendisini İngiliz kültürel yaşamı içinde önemli bir yeri olan “Scrutiny”
hareketinin içinde bulmuştur.
Marksist, seçkinci ve akademik bir oluşum olan
Scrunity hareketinin ana temasını “organik topluma duyulan özlem”
oluşturmaktadır. Scrunity, üç ayda bir çıkan bir edebiyat/eleştiri dergisidir
ve bu yayında yer alan yazarlar kültüre ana hatlarıyla aynı pencereden
bakmaktadırlar. Hareketin kurucusu Frank Raymond Leavis’in akademisyenliğe,
metropoliten edebi kültüre, ticari basına ve reklamcılığa yönelik sert
eleştirileri Williams’ı bu oluşumun içinde olmaya itmiştir. Fakat Williams
burasının da aradığı yer olmadığını kısa sürede fark etmiştir. Belli noktalarda
Scrunity kadrosuyla benzer görüşlere sahip olsa da, bu hareketin genel
felsefesi Williams’ın gerçekliğiyle uyuşmamaktadır. Williams iki temel nedenden
ötürü, Scrunity hareketinden de uzaklaşmıştır: “Bunlardan ilki, Williams ile
Leavis’in hitap etmek istedikleri
insanların nitelikçe farklı olmasıdır. Leavis, entelektüel elit’e hitap etmek
istiyordu, dolayısıyla da kurduğu sistem bu amaca yönelikti. Leavis, akademik
edebiyat çevrelerinin elitist tavrını eleştirmesine karşın, kendisinin de başka
tür bir elitisizmi savunmaktaydı. Williams da bu sistemi olduğu gibi koruyarak
farklı amaçlara yönelmenin imkânsızlığını anlıyordu. İkinci neden ise Scrunity
hareketinin temelinde yer alan ‘organik toplum’ temasının sadece geçmişe
duyulan özlem bağlamında geçerli olmasıydı. Oysa Williams, ‘organik toplum’
kavramına paralel olan cemaat kavramının sosyalizm mücadelesinde önemli bir
yeri olduğuna inanmaktaydı.
Raymond Williams üniversite yıllarında benimsediği
Marksist görüşten de bir süre sonra uzaklaşmıştır. Kültürel indirgemeciliği
reddederek Marksizmin Ortodoks yorumuyla ciddi bir hesaplaşma içerisine giren
Williams, 1958 yılında yayınladığı “Kültür ve Toplum” kitabıyla bu ayrılığı
metinsel düzeyde de açığa çıkarmıştır. Marksizmin teknolojik belirlemecilik
kuramına karşı çıkan Williams, kitle iletişim araçlarının kültürleri ortaya
çıkardığı varsayımına ise şiddetle karşı çıkmıştır. Williams için, “teknolojik
belirlemecilik, gerçek sosyal, siyasal ve ekonomik amaç yerine; ya icadın
rastlantısal otonomisini ya da soyut insani özü koyduğu için savunulmaz bir
fikirdir. Belirleme gerçek sosyal bir süreçtir. Ancak asla tümüyle denetleyici
ve tanımlayıcı bir nedenler topluluğu değildir. Tersine, belirleme gerçeği,
değişken sosyal uygulamaları derinden etkileyeni fakat asla zorunlulukla
denetlenmeyen sınırların kurulmasına ve baskı uygulamasına dayanır.
Belirlemeciliği tek bir güç olarak düşünmek yerine kapital dağılım, sosyal ya da fiziksel miras, gruplar
arasındaki baskının denetlenmesi olarak yorumlamak daha doğru olacaktır.
(Williams, 2003:108) Williams’a göre teknoloji hiçbir şeyi belirlemez; ayrıca
eski sistemlerin sağlayamadığı kültürel ilişki olanaklarını sağlaması, yeni
sistemlerin en önemli özelliğidir. Ama bunu salt teknolojinin belirlemeciliğine
bağlamakta tamamen yanlış olacaktır.
Raymond
Williams klasik Marksist görüşün aksine altyapının üstyapıyı belirlemesi
kuramına şiddetle karşı çıkmaktadır. Kültürü toplumsal ve ekonomik
belirleyiciliğin egemenliği altına sokarak kısıtlayan altyapı-üstyapı
ilişkisini reddetmektedir. Bu kuramı çalışmalarının merkezine almayan Williams
kültürün anlamları toplumsal ve tarihsel olarak oluşturan bir süreç şeklinde
tanımlamaktadır. Williams kültür ile diğer toplumsal uygulamalar arasındaki
ilişkiyi incelemeye olanak veren bütüncül bir Marksizmden yana tavır alır.
Williams’a
göre kültürün ne olduğunun tam olarak bilincine varılması mümkün değildir.
Çünkü kültürün sınırlarına hiçbir zaman ulaşılmaz. Kültür, anlamların,
değerlerin ve aktivitelerin paylaşıldığı bir network’tur (şebeke) ve bilinçli
olarak oluşturulmamaktadır; fakat ileri bir bilinç olarak toplumda
kendiliğinden yeşermekte ve bu yüzden öncelikle toplumsal yapı tarafından
biçimlendirilmektedir. Williams’ta kültür, bir toplumun tüm üyeleri tarafından
paylaşılan anlamların ve değerlerin oluşumunu içermektedir. Raymond Williams,
kültürün geliştirilmesini sağlayacak, daha az elitist bir çarenin mümkün
olduğunu düşünse de, halkın otantik kültürü değil, çarpıtılmış bilincini
yansıtan yabancılaşma kültürüdür. (Şentürk, 2013:21) Williams’ın kültür
yaklaşımı, kökeni Gramsci’nin ‘hegemonya’ kavramına dayanmaktadır. Bu yüzden
O’nın çalışmaları karşıt hegemonik olarak yorumlanır ve kültürdeki elitizme
yönelik radikal bir karşı duruşu sergilerken aynı zamanda içinden çıktığı
sınıfların kültürünü olumlar. Williams
hegemonyanın süreksizliği ve sürekli yeniden üretilmesi zorunluluğundan yola
çıkarak kültür kavramıyla bir benzerliğinin olduğunu ileri sürmüştür. Kültürün
de süreksiz olduğunu ve sürekli yeniden üretilmesi gerekliliğinin varlığından
bahseden Williams bu noktada kültürün çok boyutluluğuna dikkat çekmiş ve
Gramsci’nin hegemonyasına benzetmiştir.
Williams,
“Kültürel maddecilik” yaklaşımının Britanya’daki en önemli temsilcilerinden
birisidir. Kültürel maddecilik ya da kültürel materyalizm kavramı, her türlü
üretimin ve iletişim sürecinin teknik, fiziksel ve maddi üretim koşulları ile
birlikte bir bütün ve karşıtlık yapısı içinde ele alınmasını gerektiği
felsefesini ifade etmektedir. Aynı şekilde varolan kültürel yapının da, maddi üretim ve karşılıklı bağımlılık
ilişkilerinin neticesinde olduğunu ileri sürer. Bir bakıma, Williams, Marx’ın diyalektik materyalizm görüşünü takip
etmiş ve Marksizmin Ortodoks yorumundan uzaklaşmıştır. Williams, özellikle Marksist teorisyenler
tarafından bilinçsiz, pasif ve edilgen bir kütle olarak tanımlanan kitle
sözcüğüne de mesafeli yaklaşmakta ve bizzat kendi sözleriyle “kitle kültürü”
teriminin her zaman karşısında yer almaktadır. Williams’a göre “kitle ve kitleler” sözcükleri, “yığın”dan,
“kalabalık”a, “ayaktakımına” kadar çeşitli anlamlara gelen belirsiz sözcüklerdir. Bu terimler,
kullanılan kişi tarafından pekâlâ manupile edilebilen, belirsiz anlamları
içermektedir.
KÜLTÜREL ÇALIŞMALAR
Kültürel
Çalışmalar, 60’lı yılların ortasında kültür ve medya alanında benzer
yaklaşımlara sahip olan bir grup akademisyenin birlikte ya da birbirlerinden
habersiz meydana getirdiği bir sosyal bilim ekolüdür. Kültürel Çalışmalar adını 1964 yılında
Birmingham Üniversitesi’nde “kültürel biçimler, görenekler ve kurumlar ve
onların toplumla ve toplumsal değişmeyle ilişkileri“ konusunda doktora
çalışmaları merkezi olan, Centre Contemporary Cultural Studies (CCCS- Çağdaş
Kültürel Araştırmalar Merkezi)’den alır. Richard Hoggart bu merkezin ilk
yöneticisidir. 1968’de Unesco’nun genel müdür yardımcısı olunca, Jamaika
kökenli Stuart Hall 1979’a değin onun yerini almıştır. Merkez, New Left (Yeni
Sol)’un atağa geçmesine denk düşen bu dönemde en parlak çağını yaşamış ve
1972’de Working Papers in Cultural Studies’i (Kültürel Çalışmalar Bildirgeleri)
dergisini çıkarmıştır. Derginin yayın amacı “kültürü tanımlamak ve üzerine
çalışmak ve kültürel çalışmaları entelektüel haritaya yerleştirmek olarak
belirlenmiştir.
Raymond Williams, Kültürel Çalışmalar
Merkezi’nde resmi olarak görev almamasına rağmen ekolün en belirleyici
isimlerinden biri olmuştur. Bunun iki sebebi vardır; Birincisi Williams da
Merkez’in kurucusu Hoggart gibi, benzer tarihlerde, benzer konuları; benzer
yaklaşımlarla ele almış; kültüre ve edebiyata yönelik aynı duyarlılığı
paylaşmıştır. İkincisi ise Merkez’in ideolojik rotasında son derece belirleyici
olan Politics and Letters ve New Left Review adlı Marksist dergilerdeki aktif
konumuyla Kültürel Çalışmalar Ekolünün belirleyici bir aktörü haline
dönüşmüştür. Williams
ile birlikte Kültürel Çalışmalar kapsamında üzerine en çok vurgu yapılan sosyal
bilimcidir.
Williams’ın
“kültürle ilgili demokratikleştirici öngörüleri” Kültürel Çalışmalar Ekolü’nün
en önemli temel dayanaklarından biri olmuştur. Williams’ın popülere yaptığı
vurgu ve kitleye yönelik indirgemeci yaklaşımları reddi; Kültürel Çalışmaların
yol haritasını çizmiştir. Williams için son derece önemli olan hegemonya
kavramı, kültürel çalışmalar kapsamında üzerine en çok vurgu yapılan kavramdır
ve diğer tüm kavramların bir adım önünde konumlanmaktadır. İngiliz Kültürel
Çalışmalar Ekolü’nü, herhangi bir geleneksel disiplin ile tanımlamak ve
sınırlamak olası değildir. Sosyoloji, antropoloji, psikoloji, eleştirel
edebiyat, sanat teorisi, müzik, felsefe ve politika, kısacası olguları
açıklamak için hangi disipline ihtiyaç varsa Kültürel Çalışmalar onu alır ve
kendi çalışmaları doğrultusunda kullanır. Bu yüzden çoğu zaman inter-disipliner
olarak tanımlanmaktadır. Kültürel çalışmalar Ekolünün etkinliğinin en önemli nedenlerinden
biri teorisyenlerinin -Williams gibi-; edebiyatla sosyal bilimler arasında
başarılı bir köprü kurmasında yatmaktadır. Kültürel çalışmalarda en çok bilinen
ve en önemli teorik açılımı getiren olgu, kültürel ürünlerin, sosyal
pratiklerin, hatta kurumların birer metin olarak okunmasıdır.
Kapitalist
toplumlardaki kültürel yapılanmanın analizi üzerine çalışmalar yapan Kültürel
Çalışmalar Merkezi’nin temel eğilimi kültür olgusuna bakışında
şekillenmektedir. Merkez Ortodoks Marksist yaklaşımların aksine kültürü
ekonomik alt yapı tarafından belirlenen bir üst yapı kurumu olduğu yönündeki
tezi kabul etmemekte; bunun yerine kültürün, “sıradan” olduğunu, halkın
önceliklerini ve “kendisini” yansıttığını ileri sürerek teknolojik
belirlenimcilik yerine, popüler kültürün olumlanması yönünde bir yaklaşımı
tercih etmektedir. Kültürel Çalışmalar’ın kitle kültürüne yaklaşımı Marksist
yaklaşımlarla benzerlik göstermekle birlikte; kitle kültürü ile popüler kültür
arasına bir ayrım koymasıyla Marksist gelenekten uzaklaşmaktadır. Kültürel
Çalışmalar, popüler kültürü “yanlış bilinç” olarak değil; kitle kültürünün
aksine “halkın sesi” olarak görmekte ve özellikle tüketilme anında halkın
bilinçli tercihine vurgu yaparak, popüler kültür içerisindeki özgürleşim
olanaklarını işaret etmektedir.
Williams popüler kültürün halk tarafından
yaratılan kültür olduğunun altını çizer ve “popüler kültürün ne olduğunu teşhis
edenin de daima halk değil de, başkaları olduğunu (Williams 1985: 237)” gayet
ironik bir dille ifade eder. Williams popüler
kültür ile kitle kültürü arasına bir ayrım koyar ve popüleri olumlar. Çoğu
zaman yaptığı gibi terimin etimolojik kökenine ve tarihsel gelişimine vurgu
yapan Williams, popülerin yeniden tanımlanması gerektiğini ileri sürer: “Sanayi
devrimi öncesinde popüler kültür her şeydi; ve ‘çok sayıda insana seslenen’
gibi basit bir anlamı vardı. Terim 19. yüzyıla gelindiğinde ‘çok sayıda insan
tarafından beğenilen’ anlamına gelmeye başladı. Ama popüler kültürün iki anlamı
daha bulunmaktadır. Birincisi, bir iktidara, bir hükümete politik olarak
muhalif olan halk kitlesi anlamındaki ısrarlı kullanım. Popüler kültür bugün bu
terimi kullanan bazı kişiler için ‘var olan kültürün biçimlerine ya da iktidara
karşı belli bir çıkar ya da deneyimi temsil eden şey’ anlamına gelir. Bir diğer
anlamı ise eski hayat tarzı içinde hiçbir zaman kültür olarak tanınmayan bütün
bir yelpazeyi –günlük konuşma ve alışverişin çok hareketli dünyasını- kapsar.
Şakalar, deyişler, yalnızca günlük giyim kuşamın değil, belirli günlerde giyilen
kıyafetlerin de kendine özgü biçimleri, eğlence düzenleyen, belirli bir günü
anan insanlar (Health-Skirrow 1998: 25).” Williams’a göre bu alan, yani popüler
kültürün gündelik hayat deneyimi üzerindeki etkisi ciddi biçimde
hafifsenmektedir; oysa ki bu alışkanlıkların geniş ölçüde başarılı olmuş bazı
televizyon biçimleriyle olan ilişkisinin üzerinde çalışılması, kültürel yapının
analizi adına önemli açılımlar sağlayacaktır. Williams’ın popüleri
olumlamasının, ardında yatan temel gerekçe, popüler kültürün sadece kitle
iletişim araçları kanallarıyla kitlelerin bilincine kazınmış bir kültür
olmaması, aynı zamanda halkın gündelik alışkanlıklarının ve önceliklerinin
yansıtıldığı bir zemin olduğuna inanmasında yatar.
Williams, aynı zamanda popüler kültürle kitle
kültürünü eş tutan kültür endüstrisi yaklaşımına karşı çıkmakta, hatta daha da
ileri gidip "bu medya biçimlerine özgü, onların içinde mümkün olan
iletişim tarzlarını anlayacaksak... Kitle piyasası kavramının medyaya
dayatılmasından ibaret kalacak yaklaşımla -yani kitle kültürü eleştirileriyle
olduğu gibi Adorno ve Horkheimer tarzı "kültür endüstrisi"
kavramlaştırımıyla da- aramıza mesafe koymamız gerekir” tespitini yapmaktadır.
Williams’ın “Kültür ve Toplum” kitabından beridir savunduğu temel olgu; popüler
kültür ürünlerinde; kitlelerin onulmaz kabalığı, yüzeyselliği, sahte
ihtiyaçlara düşkünlüğü ya da uzun süreli dikkat yoksunluğundan başka terimlerle
açıklanmayan öğelerin de var olduğudur. Bu bağlamda Williams’ın kültüre yönelik
çalışmaları, “aydınların popüler kültür ve kitle kültürü hakkında, onun
üzerinde ya da dışında olmadan, umutsuzluğa ya da kötümserliğe kapılmadan nasıl
çalışacaklarına dair bir örnek oluşturmaktadır (Health-Skirrow 1998: 38).”
TELEVİZYON VE AKIŞ KURAMI
Raymond Williams’ı anlatırken üzerinde
durabileceğimiz üç temel unsur bulunmaktadır. Bunlar; Kültür, Kültürel
Çalışmalar Merkezi ve son olarak Televizyondur. Williams’ın çalışmalarında
televizyon kültürü ve işlevi oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Williams sadece televizyon değil diğer kitle
iletişim araçlarına da (gazete, radyo, sinema… vb.) oldukça önem vermiş ve
toplumsal değişmede oynadıkları rol, zaman zaman kitleleri yönlendirmek
amacıyla hâkim sınıfların bu araçları kullanması ve iletişim sürecine olan
etkilerini kendisine konu edinmiştir.
Williams’ın sözleriyle, bir aktarıcı olmanın
çok ötesinde “kültürel bir form, bir davranış kümesi olan” televizyonun doğru
analiz edilmesi, kültürel yapının doğru anlaşılması adına zorunludur.
Televizyonu “belirli bir kültürel teknoloji” olarak incelediği “Televizyon,
Teknoloji ve Kültürel Biçim” adlı eserinde Raymond Williams, onun yalnızca
teknolojik bir araç değil, toplumsal formasyonu belirleyen “kültürel bir biçim”
olduğunu gösterir. Televizyonun birbirine geçmiş görüntülerinde ortaya çıkan
“belirli bir kültürün anlam ve değerlerinin akışıdır.” (Williams,2003:98)
Raymond Williams televizyonu, sonsuz,
süregiden ve durmacasına akan imgeler bütünü olarak tanımlamıştır. Televizyonda
yayınlanan programların esasta bir bütünün parçalarıdır. Tek bir metin farklı
farklı programlarla, program duyurularıyla ya da reklam arası kesintilerle
öyküleştirilerek izler kitleye aktarılmaktadır. Williams, televizyonda bize
sunulan, birbirinden farklı pek çok görüntü ve ses mesajının da aslında aynı
bütünün bir parçası olduğunu söyleyerek, “bu program parçacıklarının
birbirleriyle köklü bir etkileşim içerisinde bulunduğunu iddia etmektedir.
Williams’a göre, tüm gelişmiş yayıncılık
sisteminde, televizyon deneyimi ardı ardına kesintisiz olarak sıralanmış olan “akış”
tan oluşur. Akış olgusu, televizyonu diğer kitle iletişim araçlarından ayıran
en temel özelliktir. Ayrıca televizyon yayıncılığının temel farklılığı,
yalnızca bu ve buna benzer olayların tek bir işlem düğmesiyle ev içinde
izlenebilir olması değil, aynı zamanda bu çok parçalı yapının bir akış mantığı
içerisinde sunularak izleyicilerin ekran başında bağımlı kılınabilmesidir.
Televizyon yayıncılığında “kilit” konumda olan
akış olgusu da televizyonun bu kültürel konumunu destekler niteliktedir. Gizli
bir şekilde, tüm medya metinlerini birleştiren ve bütünleyen “akış” ın ancak
Williams, gibi sorgulayıcı beyinlerin dikkatini çekebilen bir gerçekliği
bulunmaktadır; nitekim Williams da, “akış kuramını” Amerika’da yaşadığı bir
haftalık deneyimin ardından oluşturmuştur. Burada seyrettiği ticari kanallarda,
özellikle filmlerin sıklıkla aralarla bölünmesi, O’na bu yayıncılık tekniğini
İngiltere’deki televizyon kanallarıyla karşılaştırma olanağı vermiş ve konunun
üzerine daha bilinçli olarak gitmesiyle birlikte “akış kuramı” sosyal bilim
literatüründeki yerini almıştır. Televizyon yayıncılığında boşlukların
arttırılması ve diğer program fragmanlarının ısrarlı gösterimi televizyon
atmosferinin ana bileşenlerindendir. Williams’ın bir “televizyon deneyimi”
olarak adlandırdığı “akış”, çok çeşitli konuların bir noktada bir araya
gelmesini ve televizyon deneyiminin bütünlenmesini işaret eder. Akış, aynı
zamanda belirsiz ve görünmez bir kavramdır, bu yüzden de bir olgu olarak
boyutlarının ve sınırlarının işaret edilmesi kolay olmamaktadır.” (Williams
2003: 79)
Williams’a göre insanlar bilinçli olarak başka
kanal ya da program seçebilirler veya televizyonu kapatabilirler. Ancak akış
etkisi, program politikasının ana öğesi olmaya yetecek kadar geniş etkilidir.
Sunulan akış, özünde televizyon deneyiminin kendisiyle de ilişkilendirilebilir.
Zaten belirtildiği gibi, çoğumuz bu deneyimi tanımlarken,
"haberleri", "bir oyunu" ya da "bir futbol maçını
televizyonda" izlediğimizi söylemek yerine, yalnızca televizyon
izlediğimizi söyleriz. Yine çok yaygın şekilde, televizyonu kapatmaya
zorlandığımızı pişmanlıkla kabul ederiz; belirli bir "program" için
açtığımızda bile kendimizi tekrar tekrar bundan sonraki ve daha sonraki
programı izlerken buluruz.
Williams akış olgusunun varlık nedenini
öncelikle ticari reklamlara bağlamaktadır. Reklamların devreye girmesi ile
birlikte, geçmişte meta değeri bulunmayan “boşluk” lar değer kazanmış, hatta
tüm yapımcılar kendi programlarını reklam verenlere pazarlanan bu boşluklara
göre ayarlar hale gelmişlerdir. Spor karşılaşmalarında verilen araların
arttırılması, televizyon dizlerinde gerilimin belli periyotlarda yükselmesi,
yarışma ve haber programlarında verilen molalar, vs. hep televizyon evreninin
“esas oğlanı” olan reklamları ön plana çıkarma adına yapılmış bilinçli
seçmecelerdir. Televizyonlar arası rekabetin şiddeti arttığı oranda, akışa
verilen önem de artmaktadır. Yüksek izlenme oranına sahip bir program, diğer
program türlerinin de reklamını yapmakta ve tüm prodüksiyon türleri aynı amaca,
yani “akışın bütünlüğüne” hizmet etmektedirler. Paradoksal biçimde, televizyon
kurumlarında akışa gösterilen tüm özene rağmen, genel yayıncılık mantığı
doğrultusunda bu prodüksiyon süreci izleyiciden gizlenmekte ve durum
doğallaştırılmaktadır. Bütün bu işlemler dizgesi izleyiciyi farkında olmadan
güdülemekte ve birey kendisini ekrana bağımlı kılma adına oluşturulmuş bu
düzeneğin çoğu zaman farkına dahi varmamaktadır: “Biz koltuktan kalkacak
enerjiyi toplamadan önce başka bir şeyin içinde olabiliriz ve çoğu program da
bu durum akılda tutularak yapılır: yani önce dikkatin çekilmesi ve eğer
izlemeye devam edersek heyecanlı şeylerin geleceğine dair vaat söz konusudur.
Ancak izlemeye devam etme dürtüsü, bu tür bir düzenlemenin tek başına
açıklayabileceğinden daha yaygın gibi görünüyor. Yalnızca tele¬vizyon programı
üreticilerinden değil, aynı zamanda pek çok izleyiciden de izlenme saatlerinin
artırılması yönünde gelen baskılar bu açıdan önemlidir. Çok yakın zamana kadar
İngiltere'de televizyon, temelde, gün ortasında sunacak pek bir şeyi olmayan
bir akşam eğlencesiydi; sabah ve öğleden sonra saatlerinde, hafta sonlan hariç,
okullar ve benzeri yayınlar için kullanılırdı. Şimdi genel türdeki sabah ve
Öğleden sonra programlarında hızlı bir gelişme vardır. Birleşik Devletlerde
sabah 6'da başlayan yayında ilk filmi 8.30'da görmek şimdiden mümkündür ve
kararmayan bir ekranda, sürekli bîr akışla ertesi sabah saat l'de başlayan gece
sinemasına kadar televizyon seyredilebilir (Williams 2003: 78). Gelişen
teknoloji akış’ın etkinliğini daha da arttırmaktadır; özellikle kablolu ve
dijital yayıncılık, uzmanlaşmış kanallar, vs. gibi yenilikler bireyin “akış”
karşısındaki direncini yumuşatan ve bu “düzeneğin” tahakkümünü pekiştiren
unsurlar olarak dikkat çekmektedir. Williams’ın fevkalade betimlediği gibi,
aslında “akan” sadece farklı program türleri değildir; belirli bir kültürün ve
değerlerin akışıdır. Televizyonun izleyicinin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik –çoğu zaman da olmayan ihtiyaçları uyarmaya yönelik- yapılanması “akış”
olgusunda şekillenmektedir; bu bütünlüklü yapı, geçmişin çok parçalı ve
birbirinden bağımsız iletişim biçimlerini tehdit etmekte ve kitle iletişim
gündemine kendi damgasını vurmaktadır.
KAYNAKÇA
1. ARIK, Bilal-ALVER,
Füsun-BATUŞ, Gül-ÇOBAN, Barış-ÇIĞ, Ünsal (2011) Kadife Karanlık 2, Su Yayınevi
2. BİLGİLİ, Can- AKBULUT,
Nesrin (Ed) (2007) Medya Eleştirileri 2007, Beta Yayınevi
3. ERDOĞAN, İrfan- ALEMDAR,
Korkmaz (2010) Öteki Kuram, Pozitif Yayıncılık
4. GEÇER, Ekmel (2013) Medya ve
Popüler Kültür, Metamorfoz Yayıncılık
5. GÜNEŞ, Sadık (2001) Medya ve
Kültür, Vadi Yayınları
6. ŞENTÜRK,
Rıdvan(2013)Eleştirel Teorinin Eleştirisi, Kesit Yayınları
7. KARAKOÇ, Enderhan (Ed)
(2009) Medya ve Popüler Kültür, Literatürk Yayınları
8. ÖZBEK, Meral (1994)Popüler
Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul İletişim
9. WALLERSTEİN, Immanuel-LEE,
Richard (2005) İki Kültürü Aşmak, Çev: Aysun Babacan, Metis Yayınları
10. WİLLİAMS, Raymond (2005)
Anahtar Sözcükler, Çev: Savaş Kılıç, İletişim Yayınları
Yorumlar
Yorum Gönder