KÜRESELLEŞME VE NEOLİBERAL POLİTİKALAR BAĞLAMINDA HABER ÜRETİM SÜRECİ






Özet
1980’li yıllarla birlikte dünyada küreselleşmenin etkisiyle medya sektöründe yoğunlaşma ve finansal hareketler hızlanmıştır. Kamu yararına yayın yapma olanakları gün geçtikçe kısıtlanırken, medya endüstrisinde tek ve tümleşik bir pazar yapısına geçilmiştir. Küreselleşme süreciyle beraber tüm yaşam alanlarında olduğu gibi medya ekonomisinde de yaşanan gelişmeler medyada sahiplik yapısının değişmesine, yoğunlaşmaların ve tekelleşmelerin artmasına, kısacası medya sektörünün tamamen şekil değiştirmesine neden olmuştur. Küreselleşmenin bugünkü medya yapısını ortaya çıkardığı doğrudur ancak medya da tartışmasız küreselleşmenin bugün geldiği noktaya taşıyan en önemli araç olmuştur. Medya, küreselleşmenin yayılmacı politikasına paralel olarak faaliyet göstermektedir. Küreselleşme ve Neoliberal Politikalar ile birlikte yeniden şekillenen medya endüstrisinin en çok etkilediği nokta ise hiç şüphesiz haber üretim süreci olmuştur. Bu çalışmada neoliberal politikalar ve küreselleşmenin haber üretim sürecine nasıl etki ettiği ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Elde edeceğimiz sonuçlar şüphesiz küreselleşme sonucu büyük şirketlerin eline geçen medya kuruluşlarının haber üretim sürecine dahil oldukları ve çıkarları doğrultusunda şekil verdikleri şeklinde olacaktır.
Anahtar kelimeler: Küreselleşme, Neoliberal Politikalar, Haber Üretim Süreci


GİRİŞ

Küreselleşmenin etki alanının yaşamımızın her alanına yayılmasıyla birlikte bu konu üzerine yapılan tartışmalarda son dönemde hızla artmıştır. Özellikle ekonomik ve siyasal alanda yürütülen tartışmaların ana öznesi haline gelen küreselleşme, birçok çevre için güven, zenginlik ve özgürlük kavramlarını çağrıştırırken, bu sürece karşı cepheden bir duruş sergileyen çevreler için ise, kazananlardan çok kaybedenlerin bulunduğu, eşitsizliklerin artmasına neden olan ve en önemlisi görünenin aksine özgürlüklerin kısıtlandığı bir süreci çağrıştırmaktadır.

Küreselleşmenin ve neoliberal politikaların medya alanındaki yansımalarını beraberinde tekelleşme ve özelleştirme uygulamalarını beraberinde getirmiştir. 1980’li yıllar, medya endüstrisinin stratejik sektörler arasına güçlü bir şekilde yerleştiği bir dönem olmuştur. 1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin fiili olarak dağılmasıyla beraber, ABD’nin ekonomik ve siyasal egemenliğini arttırdığını ve buna paralel olarak da hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde medyaya yapılan yatırımların ciddi bir oranda arttığı görülmüştür. Medya, artık geleneksel biçiminden holding şirketlerinin birer parçası haline dönüşmüştür.

Medya ve küreselleşme ilişkisi üzerinden değerlendirme yapıldığında; küresel medya şirketlerinin dünya pazarına hâkim olma çabaları, sınırlı sayıda gücün dünya çapındaki bilgi akışını kontrol altında tutmaları, enformasyonun gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere doğru tek yönlü akışı gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

Küreselleşme hiç şüphesiz en çok medya alanında etkin konumdadır. Büyük sermayelerin medya şirketlerini ele geçirmesi ve uygulanan neoliberal politikalar sonucu habere istedikleri doğrultuda yön vermeleri haber değeri açısından olumsuz bir durumdur. Bu çalışmada küreselleşme ve beraberinde uygulanan neoliberal politikaların haber üretim sürecine nasıl şekil verdiği incelenmeye çalışılacaktır. Çalışma öncesindeki savımız büyük şirketlerinde elinde olan medyanın ekonomik çıkarları doğrultusunda habere şekil verdikleri yönündedir.

KÜRESELLEŞME NEDİR?

Küreselleşme 80’li yıllardan itibaren, özellikle de 1989 yılında totaliter rejimlerin yıkılmasından sonra “sihirli” bir kavram olarak sosyal bilimcilerin, medyanın ve siyasetçilerin dilinden düşmemektedir. Aleyhte veya lehte herkes kendi pozisyonunu güçlendirmek için bir kanıt olarak bu “sihirli” kavrama başvurmakta ve ondan farklı şeyler anlamaktadır. Buradan hareketle gerek medya haberlerinin gerekse siyasi pozisyonların arka planlarını anlamak, onları eleştirisel bir bakış açısı ile değerlendirmek için küreselleşmeyi kavramsal ve tarihsel boyutuyla incelemek son derece önem kazanmaktadır.

Küreselleşme kavramı çeşitli biçimlerde tanımlanmaktadır. Küreselleşme sözcük olarak, dünyanın bütünleşmiş bir pazar haline gelmesini ifade etmektedir (Saylan, 1997: 10 ve Kansu, 1997:10). Küreselleşme diye bir şeyin olmadığını, aslında bu olgunun önceki zaman dilimlerinde de olduğu, hatta eski dönemlerin bu anlama daha açık ve daha bütünleşmiş bir görünüm sunduklarını düşünen Hirst ve Trompson’a karşı birçok düşünür ekonomik, politik ya da kültürel küreselleşmenin var olduğunu beyan etmektedir. Küreselleşmenin tüm toplumları tek bir ekonomik, politik ve kültürel bir birimde bir araya getireceği önermesine ise Giddens’dan Friadman’a, Robertson’dan Cox’a kadar birçok düşünür karşı çıkmaktadır.

Küreselleşme kavramı dünya çapında sosyal ilişkilerin yoğunlaşması anlamında da tanımlanabilir. Bu biçimde mekânsal olarak birbirlerinden çok uzak olan bölgeler birbirleriyle bağlantı kurabilmektedirler. Böylece herhangi bir yerdeki hadise kilometrelerce uzaklıkta başka bir yerde cereyan eden bir olaydan, süreçten etkilenebilmekte veya onlar tarafından şekillendirilebilmekte, ya da bunun tam tersi de geçerli olabilmektedir (Giddens, 1995, 85).
Küreselleşme şartları altında milli devletlerin hayatın büyük problemlerini çözmek konusunda çok küçük, küçük problemlerini çözmek içinse çok büyük kaldıkları söylenebilir (Bell, 1987). Literatür incelendiğinde az sayıda yazar dışında küreselleşme kavramını açıklamada eğilimsel olarak birbirlerinden farklı olan ve ayrı gelişen iki alan ortaya çıkmaktadır: Birinci alan uluslararası ilişkiler çerçevesindeki literatürü, ikinci alan ise “dünya sistemi”nin teorileri üzerine olan çalışmaları kapsamaktadır (Giddens, 1995, 87).

Karl Marx ve Frederich Engels'in 1848 yılında yazmış oldukları “Komünist Manifesto” adlı eserde küreselleşmenin varlığı şu ifadelerle net biçimde gözler önüne serilmektedir: “Kentsoyluluk, üretim araçlarının hepsini hızla iyileştirerek, ulaştırmayı alabildiğince kolaylaştırarak, bütün ulusları, en barbar olanlarını bile uygarlığın içine çekiyor. Ürünlerine durmaksızın genişleyen bir sürüm sağlama gereksinimi, kentsoyluluğu yer yuvarlığının dört bir yanına sürüyor. Her yere ağını örmesi, her yere yerleşmesi, her yerde bağlantılar kurması gerekiyor.” (Marx, Frederich, 1998:75)
BM'nin son verilerine göre, dünyanın en büyük 200 çokuluslu şirketinin toplam kaynakları 7.1 trilyon ABD Doları tutarındadır. Dünyadaki ekonomik faaliyetlerin yaklaşık dörtte biri dolayında olan bu rakam, BM üyesi 189 ülkeden 182'sinin toplam ekonomik büyüklüklerinden fazladır. Bu rakamlar küreselleşmenin en güzel örneğidir.

NEOLİBERAL POLİTİKALAR

Yakın tarihimiz açısından 1980’ler önemli bir zaman dilimidir; çünkü devlet korumacı politikaları içeren karma ekonomik modelden tümüyle piyasa ilişkilerinin belirleyici olduğu neoliberal politikalara geçiş sürecimizi işaret eder. Söz konusu ekonomi-politik değişim sadece Türkiye açısından değil dünya ölçeğinde de önemli dönüşümlerin bir kırılma ve/veya başlangıç noktasıdır. Bir taraftan ulus-devletin duvarları aşınarak ülkeler ve kültürler arasında etkileşim artarken; diğer taraftan da yükselen mikro milliyetçilik pek çok coğrafyada şiddet dolu acılı bir sürecin başlamasına yol açmıştır.
1980’li yıllar gerek dünyada gerekse Türkiye’de önemli değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde Amerika’da Reagan, İngiltere’de Thatcher ve Türkiye’de ise Turgut Özal ile sembolleşen neoliberal politikalar ekonomik, siyasi ve sosyal alanda önemli gelişmelere neden olmuştur. Ekonominin her alanında deregülasyon (kuralsızlaştırma) ve özelleşme öngören bu ekonomik politikalar, devletin de küçülmesi ve piyasalardan çekilerek düzenleyici bir hakem rolü üstlenmesini öngörmüştür.

Neoliberalizm adı verilen bu süreçte iletişim sistemleri de yeniden yapılanma içine girmiştir. Bu dönemde devletin küçülmesi ve ekonominin kapılarının ardına kadar özel girişimcilere açılmasıyla kamu yayın kurumları eski gücünü kaybederken, ticari yayın kuruluşlarının sayısı ve etki alanı da hızla artmıştır. Bu sürecin yayıncılık alanındaki en belirgin özelliği, medya dışı sermayenin sektöre hızlı bir giriş yapması ve yayıncılık faaliyetinin ticarileşmesidir. Özellikle 1980’lerden sonra medyanın böyle bir dönüşüm yaşamasında, mülkiyet yapısındaki değişimin önemi büyüktür. Ülkemiz açısından 1980’lere kadar gazeteci ailelerin kontrolündeki gazetelerin faaliyet gösterdiği basın sektörü, 1980’ler ve özellikle 1990’lı yıllardan itibaren ‘holdinglerin medyaya girişiyle yeni bir nitelik kazanmış; medyadaki her etkili grup, gazetesi, radyosu, televizyonu, bankası ve diğer sınaîticari kuruluşlarıyla holding yapısına kavuşmuştur.
Hızlı bir tekelleşme sürecine giren medya, günümüz koşullarında patronların çıkarları doğrultusunda hizmet veren bir araca dönüşmüştür. Güçlenen her işadamı, sahip olduğu şirketlerin arasına bir ya da birkaç televizyon, radyo, gazete, vs. katmayı kendisine amaç edinmiş, elindeki yayın organlarını da kendi ekonomik ve siyasi çıkarları için kullanmayı ihmal etmemiştir. Bu yeni düzende medyanın görevi, kendisine sahip olan ve kontrol eden sınıfların çıkarlarını meşrulaştırmaktır.

HABER ÜRETİM SÜRECİ

En genel tanımıyla haber, yeni ve ilginç bir olayın medya tarafından ‘aktarılmış’ biçimidir. Bu tanımdan hareketle, günlük hayatta gerçekleşen her olay haber olma niteliği taşımazken, belli olaylar yenilik, ilginçlik, önemlilik, zamanlılık, etki gibi özellikleri taşıdığı gerekçesiyle haber medyası tarafından ‘profesyonellik’ kriterleri çerçevesinde haber haline getirilerek iletilmektedir. “Profesyonel haber pratikleri içinde haber dilinin, nesnellik ve tarafsızlık gibi iki unsuru bünyesinde barındırması gerekmektedir. Nesnellik ilkesiyle birlikte gelişen bir diğer profesyonel norm ise haberin olaya ilişkin olması gerektiği (factual/facticity) olgusudur” (İnal, 1996: 17).
Haberin yeniden inşa sürecini belirleyen bazı faktörler vardır. “Haber üretim sürecinin yapısını ele alan çalışmalarda, haber metninin nihai belirleyenleri olarak şunlar belirtilmektedir:
Haber yapımı sürecinde içinde muhabirlerin yer aldıkları kurumun politikalarına ve önceliklerine yönelik iş görme pratikleri içinde olmaları,
Yine muhabirlerin haber konusuna kendi değer yargıları ve dünya görüşünün getirdiği çerçevelendirme biçimi içinde bakmaları,
Gazeteciliğin kapitalist bir ekonomik sistemde süregidiyor olmasının dayattığı önceliklerin varlığı” (Dursun, 2003: 71).

Haber üretim süreçleri, haber metninin yapısı üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Haber yapımı sürecinde muhabirler bağlı oldukları kurumun politikalarına ve önceliklerine göre hareket etmekte, ayrıca haber konusuna kendi değer yargıları ve dünya görüşünün getirdiği çerçevelendirme içinden bakmaktadır. Gazeteciliğin günümüzde ekonomik sistemde yapılması birtakım öncelikleri dayatmaktadır.

Eleştirel ekonomi-politik yaklaşımın temsilcilerinden Herman ve Chomsky’nin “propaganda modeli”ne göre haber mesajlarını değiştiren ve deforme eden filtreler bulunmaktadır. Bu filtreler şu şekilde işlemektedir:
1) Egemen medya kuruluşlarının sahiplik yapısı, büyüklüğü ve kâr odaklı olması
 2) Medyanın reklam gelir kaynakları
 3) Hükümet ve iş dünyası temsilcileri ile uzmanlardan oluşan güvenilir haber kaynakları
            4) Bir kontrol mekanizması olarak anti-komünizm.
Bu süzgeçler haberde söylemin ve yorumun ilkelerini belirler, neyin öncelikle haber olabileceğini tanımlar ve propaganda kampanyalarına dönüşen sürecin temelini ve işleyişini açıklar.” (Herman ve Chomsky, 1999: 22).

Propaganda modelinde de ele alındığı gibi basın kuruluşlarının ekonomik örgütlenmesi ve mülkiyet yapısı, haber üretim sürecinin temel belirleyicilerinden biridir ve mesaj üretim sürecini doğrudan etkilemektedir. “Gazetelerin temel işlevi olan haber üretim süreci, bilinçli bir seleksiyon sürecine tabidir ve bu seleksiyon sürecinde aracın ekonomi politiği haber değerinin temel belirleyicilerinden biridir” (Arık, 2006: 45). Ekonomi politik yaklaşım işte bu noktada medya kurumlarının örgütlenme biçimi, medya ürünlerinin üretim biçimi ve üretim koşullarıyla ilgilenmektedir. “Tekelleşme, yoğunlaşma, ürün ve içerik farklılaşması, metalaşma, tecimselleşme, reklam ve izleyici çekmekte kar güdüsünün işlemesi ve bunun medya içeriklerine etkisi, vb. süreçler medyanın ekonomi politiğinin doğrudan gönderme yaptığı konulardır” (BoydBarret, 2006: 1).

HABERE YAKLAŞIMLAR VE HABER ÜRETİM SÜRECİNE ETKİSİ

Medyanın haber üretim sürecine yönelik gerçeği aktarmada ideolojik bir tavrı vardır. Bu noktada karşımıza iki yaklaşım çıkar;
            **Ekonomi politikçi yaklaşım
            **Liberal çoğulcu yaklaşım

Ekonomi Politik Paradigma

Ekonomi politik yaklaşıma göre, medya içerikleriyle mesajlarının taşıdığı anlamlar esas olarak içinde üretildikleri örgütlerin ekonomik yapısıyla belirlenir” (Curran v.d.,1990: 238). Dolayısıyla haber kuruluşlarının mülkiyet yapılanmaları, bu bağlamda ekonomik kaygıları ve çıkarları haber üretim sürecindeki temel belirleyicilerden biridir. Karını maksimize etmeye çalışan mülkiyet sahiplerinin haber içeriklerine kendi ekonomik ve siyasi çıkarları doğrultusunda müdahale etmeleri ve bu çıkarlara bağlı olarak ‘genel yayın politikası’ adı altında kurumsal önceliklerin sıralandığı kurumsal habercilik ilkelerinin belirlenmesi kaçınılmazdır. Bu süreçte muhabire, editöre ya da genel yayın yönetmenine düşen görev, bu ilkelere bağlı kalarak habercilik yapmaktır.
Eleştirel ekonomi-politik yaklaşım, ideolojiye değil, ekonomik temele yaptığı vurguyla kapitalist üretim dinamiklerine yönelmiş, ekonomik ve sınıfsal ilişkilerin belirleyici olduğu görüşünü savunmuştur. Eleştirel ekonomi politik, iletişimsel etkinliğin, maddi ve simgesel kaynakların eşit olmayan paylaşımı tarafından yapılandırılma tarzıyla ilgilenmektedir. Kültürün eleştirel bir ekonomi politiği için medyanın gelişmesi, şirket menzilinin genişlemesi, metalaştırma ve devlet/hükümet müdahalesinin değişen rolü olmak üzere dört farklı tarihsel sürece özel bir önem atfedilmektedir.
İletişimin ekonomi-politiği ise, kültürel üretim ve dağıtım üzerinde kontrol uygulayan güçlerin etkinlik alanlarındaki değişimlerin kamusal alanı nasıl sınırlandırdığını veya özgürleştirdiğini araştırmaktadır. Bu noktada iki temel konu üzerinde durulmaktadır: Birincisi, bu tür kurumların mülkiyet yapısının ve etkinlikler üzerindeki kontrolünün yarattığı sonuçlardır. İkincisi de devlet düzenlemesi ile iletişim kurumları arasındaki ilişkinin içeriğidir (Golding ve Murdock, 1997: 55-62). Medyanın mülkiyet yapısındaki değişimlerin sonuçlarından biri, medya kurumlarının ait oldukları dev kartellerin etkinliklerini araştırmaktan veya eleştirmekten kaçınmaları şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Medyanın mülkiyet yapısındaki değişimler, medyanın hükümetle ilişkilerini de etkilemektedir. Medya kartelleri, hükümet üzerinde popüler bir denetim kaynağı olmaktan çok, devlet üzerinde dolaylı etkide bulunan başat ekonomik güçlerin araçlarından biri haline gelmektedir. Medyanın kapitalizmle bütünleşmesi, sermayeyi destekleyen söylemlerin onaylanması sürecini beraberinde getirmektedir (Curran, 1997: 148-149). Ekonomi-politik, kültürün yöneten-yönetilen ilişkisi içinde üretildiği ve bu nedenle de var olan güç yapılarını yeniden ürettiği veya onlara karşı direndiği gerçeğine dikkat çekmektedir. Ekonomi ve politik kavramlarına yapılan göndermeler, kültürün üretim ve dağıtımının devlet, ekonomi, toplumsal ilişki ve pratikler ile medya gibi örgütler arasındaki ilişkilerden meydana gelen özgül bir ekonomik sistem içinde yer aldığı gerçeğine vurgu yapmaktadır. Kapitalist toplumlar kültürel üretimi kâr ve pazar merkezli kılabilmek uğruna, kurum ve pratikleri, metalaşmanın ve sermaye birikiminin mantığına uygun olarak yapılandıran başat bir üretim tarzına göre örgütlenmişlerdir. Ekonomi-politik sadece ekonomiye değil, aynı zamanda toplumsal gerçekliğin ekonomik, politik ve diğer boyutlarına da göndermede bulunmaktadır (Kellner, 2008: 151).

Garnham (2001, 2008), ekonomi politiği üretim araçlarına erişimin ve ekonomik artı ürünün dağılımının yapısını anlamanın bir anahtarı olarak görmektedir. Kültürel materyalizm kavramlaştırmasında, sembolik değişimin toplumsal sürecinin indirgenemez maddi belirleyiciliğine ve kapitalist üretim tarzının genel gelişimi içinde meta üretimi ve değişimi alanıyla birlikte gelen bu süreçlerin etkilerine odaklanmaktadır. Bir medya sistemi, ulus devletlerin içinde ve arasında ekonominin gelişme durumu ve yapısı, devletin biçimi, sınıf ilişkilerinin niteliği ve egemen ve/veya bağımlı devletler arasındaki ilişkiler tarafından belirlenmektedir.

Liberal Çoğulcu Paradigma

Medya, topluma sürekli bir anlamlar sistemi sunmaktadır. Medyaya bakışın kuramsal çerçevesini oluşturan önemli damarlardan biri, liberal-çoğulcu bir toplum idealini simgeleyen kuramsal öncüllere dayanan liberal-çoğulcu/ana akım yaklaşımdır. Ana akım yaklaşıma göre medya toplumun aynasıdır. Yani, medya toplumdaki olay ve olguları yurttaşlara yansıtır, dış dünyadaki olaylarla ilgili bilgileri rasyonel davranabilen bireylere sunarak genel çıkarın oluşmasına çalışır. Her düşüncenin özgürce dile getirilmesi ve iletişimin özgürce gerçekleştirilmesi liberal öğretinin özü ve gereği olmaktadır. Toplumsal yaşamın günlük akışı içinde bunu sağlamanın yolu iletişimin çoğulcu bir çerçeveye oturtulmasıdır. Liberal anlayışa uygun olarak düzenlenen bir iletişim sisteminin iki temel öğesi bulunmaktadır: Bunlar; serbest dolaşım ve özel girişimciliktir. Liberal yaklaşımda basın özgürlüğünün temeline yerleştirilen her türlü düşüncenin serbestçe ifade edilmesi ve girişim serbestliği ilkelerinin bir arada bulunması bir çelişki yaratmaktadır. Çünkü birincisi tekelleşmeyi reddetmekte, diğeri ise tekelleşmeye zemin hazırlamaktadır (Kaya, 1999, 2009).
Liberal kuram, medyanın kamu politikaları üzerinde dönüştürücü bir etki yapması, özgür basın idealinin demokratik yurttaşlığı geliştirmesi ve siyasî otoritelerin hesap verebilirliğini teşvik etmesi ideallerine dayanmakta ve bu yaklaşıma göre demokrasilerde dinamik bir düşünce ortamı özgür basın tarafından yaratılmaktadır. Basının hem yurttaşların siyasî ilgilerini uyandırarak hem de hükümeti sorumlu tutmaları için onlara gerekli bilgiyi sağlayarak demokrasiyi geliştirmesi gerekmektedir (Entman, 1989). Amerika’da “özgür basın”ın özgür olamadığını belirten Entman’a göre, izleyicinin sınırlı zevkleriyle sınırlanan ve bilgi kaynağını siyasî elitlerden oluşturan bağımlı bir haber sisteminde fikirlerin serbest pazarından söz etmek mümkün değildir. Gazetecilik pratiğinde, bir yurttaşlık eğitimcisi ve demokrasinin bekçisi olarak özgür basın ideali yetersiz kalmakta ve rekabetin serbest pazar içinde demokrasiyi beslediği görüşü de bir çelişkiyi içermektedir. Buna göre, özgür basın idealleri, halkın her zamankinden daha fazla siyasete katılmasını sağlamamış, tam tersine Amerikalıların siyaset hakkında geçmişe kıyasla daha fazla bilgi sahibi olmadığı ve oy verme oranının da düştüğü görülmüştür (1989: 3-4).

Çoğulcu liberal yaklaşım, medyanın kamusal sorumluluğunu ve denetleme işlevini yerine getirebilmesi için profesyonellik pratikleri/kodları geliştirmiştir. Gazetecilik meslek kodlarının en bilineni ve tekrarlananı haberin nesnellik ve gerçeklik taşıdığı iddiasıdır. Gazetecilik meslek ilkeleri haberin nesnel olabileceği ve gerçekliği yansıtabileceği mitini desteklemektedir. Haberin bizatihi seçmeye dayalı ve kurucu bir pratik olması nesnel haber iddiasını geçersiz kılmaktadır. Haberin liberal tasarımında nesnellik ve tarafsızlık, habere konu olan olayın taraflarının dengeli bir biçimde yer almasıyla sağlanmaya çalışılmaktadır. Medya kuruluşları tarafsızlık görüntüsü altında aslında kendi görüşlerinin satışını yapmaktadır. Haberde dengelilik adına birbiriyle çatışan bütün farklı çıkarları temsil eden tarafların görüşleri sunulduğunda da haberde görüşlerine öncelik verilen kişilerin durum tanımları belirleyici olmaktadır. Böylece, gazetecilik mesleğinin profesyonellik kodları, kurgulamaya yönelik belirli özellikleri sürekli kullanarak (5N1K kuralı) içeriği günlük olaylara göre çeşitlendirmektedir (Dursun, 2005: 78-80).

Çoğulcu liberal yaklaşım yansıtmacı bir temsil anlayışı üzerine kurulmuştur. Geleneksel basın etiğinin temelini oluşturan yansıtmacı temsil anlayışı, haber medyasını, gerçeklerin temsil edildiği ortam olarak gören “ayna” metaforuyla açıklamakta, başka bir ifadeyle “medya dünyaya açılan penceremizdir” yaklaşımını bir ön kabul olarak benimsemektedir. Geleneksel etik anlayışın bir diğer unsuru olan dengeli habercilik, olay/ olgu haberciliği ile değil, konu/sorun (issue) haberciliği ile gerçek anlamına kavuşacaktır. Sorunların karşıt kutuplar içinde ele alınması dengeyi sağlamak için yeterli değildir. Asıl önemli olan, temsilde eşitliği sağlayabilmektir. Ancak, rutin haber toplama pratikleri ve yaygın haber değerleri, ayrıca haberciliğin belkemiği olan olgu/olaya dayanma (facticity) ilkesi, dengeli haberciliğin önünde bir engel oluşturmaktadır (İnal, 2009: 257, 262). İnal’a göre, çoğulcu liberal yaklaşımın haber toplama ve yazma pratikleri gazetecileri kaynaklara bağımlı bir konuma getirirken, pek çok haber doğrudan haber kaynaklarının eylemleri ve açıklamalarıyla şekillenmektedir. İktidar konumunda olan haber kaynaklarının söylemleri ve durum tanımları haber olurken, gazetecilerin benimsedikleri ve günlük haber yazma pratikleri içine yerleşmiş olan alıntılama ve aktarma biçimleri bu söylemlere güç kazandırmakta ve çoğu durumda habercileri var olan iktidar yapılarının hegemonyalarını tesis etmekte bir aracı konumuna getirmektedir.
Liberal çoğulcu yaklaşıma göre; medyanın bağımsızlığı açısından temel sorun, patronun veya devletin müdahalesidir. Ancak, sorun, gazetecinin haberi yazarken devletin veya patronun doğrudan müdahalesine maruz kalması değildir. Ancak meseleyi “dışarıdan, doğrudan müdahale” gibi sunmak, doğrudan müdahalenin gözükmediği her yerde gazeteci bağımsızlığından, objektif ve tarafsız haberden bahsetme ve çoğu kez manipülasyonu gizleme, örtbas etme imkânı sağlamaktadır. Liberal anlatıda maskelenen en önemli olgusal gerçek, ana akım medyanın ekonomik bir işletme olarak kâr güdüsüyle hareket etmesidir. Kâr amaçlı bir kurum, “kamu çıkarı” kavramıyla çelişmektedir (Adaklı, 2009: 80-81).

Liberal çoğulcu yaklaşımın siyaset ve medyayı iki ayrı bütünlük, birbirinden bağımsız iki kuvvet olarak ele alan yaklaşımı, habercilik işinin siyasal ve ekonomik iktidar ilişkilerinin yeniden üretiminde ne kadar önemli bir rolü olduğunu sorgulama dışında bırakmıştır (İnal, 2009b: 37). Medyaya daha çok iletme, aktarma, nakletme, yansıtma aracı olarak bakan liberal çoğulcu yaklaşımdan farklı olarak, iletişimi daha geniş toplumsal ilişkiler ağı içinde ortak anlam haritaları üretme/yeniden üretme aracı olarak gören eleştirel yaklaşımların bir kısmı mülkiyet ve kontrole, kurumlara ve kurumsal pratiklere, bir kısmı ise yazılı ve görsel metinlere odaklanmıştır. Kejanlıoğlu, anaakım yaklaşımın ayna metaforuna karşılık, gerçekliği yansıtacağı iddia edilen aynanın, biz ona baktığımız sırada zaten medyanın teknolojik niteliği, kurumsal işleyişi ve metin sunumu düzeylerinde kırıldığını belirtmiştir. Artık aynanın/medyanın dünyası, gerçekliğin aynası ve aynısı olmaktan çıkmıştır (2003: 75-82).

KÜRESEL HABER AJANSLARI ve HABER ÜRETİMLERİ

İlk haber ajansları HAVAS (1832), WOLFF (1849), REUTER (1851) ve STEPHANI (1853), kar amacıyla kurulmuş haber ajanslarıdır. Ulusal haber ağırlıklı olarak başladıkları yayınlarının yanı sıra süreç içindeki ekonomik ve toplumsal gelişmeler nedeniyle 20. Yüzyıl’da uluslararası haber ajansı sayılmışlardır. Üyelerine hizmet için kurulan AP (1848) de, hem 19. Yüzyıl’da hem 20. Yüzyıl’da uluslararası haber ajansı sayılmıştır. AP’nin bu kimliği, günümüzde de sürmektedir. HAVAS’ın mirasçısı sayılan AFP ise günümüzde de REUTERS gibi uluslararası kimliğini sürdürmektedir. Ancak uluslararası kimlik taşıyan bu ajanslar, ulusal özelliklerini de korumaktadırlar. 20. Yüzyıl’daki gelişmeler çerçevesinde, WOLFF ve STEPHANI ajansları uluslararası kimliklerini yitirmişlerdir. WOLFF ajansının yerini alan Deutsche Presse Agentur (DPA) ulusal ajans kimliği ötesine geçememiştir. STEPHANI ajansının yerine kurulan ANSA (Agenzia Nazionale Stampa Associata) ise bazı ülkelerde İtalyanca konuşan azınlıklara yönelik yayınlarıyla “sınırlı sınır ötesi” etkisini sürdürmektedir. Latin Amerika’ya yönelik yayınlar da yapan İspanyol ajansı EFE de, ulusal kimlik ağırlıklı, bölgesel bir haber ajansı sayılmaktadır.
Uluslararası haber ajansları, günümüzde yazılı basına hizmet vermenin yanı sıra görsel ve işitsel kitle iletişim araçlarına da, fotoğraf, ses ve görüntü sağlamaktadırlar. Bu gelişmedeki en büyük etken, 1960’lı yıllardan bu yana yazılı basının hedef kitlesinin, özetle okuyucu sayısının azalması, buna karşılık TV izleyenlerin sayısındaki artıştır. Örneğin Fransa’da yapılan bir araştırma, yetişkinler arasında hiç gazete okumayanların oranı 1967’de yüzde 21 iken, bu oranın 1997’de yüzde 27’ye yükseldiğini ortaya koymuştur. Günümüzde, bu alanda, hizmet veren toptancı ya da perakendeci “görüntü ve ses ajanslarının” sayısı da artmıştır. REUTERS Television ve AP Television, dünyadaki en büyük 3 televizyon haberi dağıtıcısından ikisidir. APTV yakın zamanda grafik, resim ve videodan oluşan bir elektronik haber servisini de hizmete sokmuştur
Haber filmi açısından da REUTERS Television (İngiltere), APTV, CBS News, ABC News ve Cable News Network-CNN (ABD), DPA-Etes (Almanya) gibi ajanslara gelişmekte olan ülkelerin tamamı, Batı Avrupa’nın ise yarısı bağımlıdır. Televizyon haberleri satan 3. büyük toptancı kuruluş, WTN (Worldwide Television News)’dur. Bunun başlıca sahipleri Amerikan yayın ağı ABC ve bir İngiliz kanalı olan ITN (Independent Television News)’dur. WTN, 200’den çok yayın kanalına haber satmaktadır. WTN; ITN ile UPI (United Press International)’ın ortaklığıyla oluşan UPITN’nin son halidir. Çünkü UPI daha sonra el değiştirmiş ve Suudi kökenli “Ortadoğu Yayın Merkezi” adlı bir kuruluş tarafından satın alınmıştır.

Uzmanlar, haber değeri ve haber hizmeti açısından söz konusu ajanslar arasında belirgin bir farklılık bulunmadığına dikkat çekerek, “Global Pazar”ın bu rekabeti uzun süre taşıyamayacağına dikkat çekmektedirler. Bu ajansların en önemli kaynak ve müşterilerinden biri de Eurovision’dur. “Televizyon Haberi Değişim Sistemi”, olarak tanımlanan Eurovision’nun kurucusu ise Avrupa Yayın Birimi’dir. (Europian Broadcasting Unit). Bu birim Avrupa’nın en önemli yayın kanallarını temsil etmekte, böylece küresel, toptancı televizyon ajansları, uluslararası televizyon yayıncılarına da servis vermektedir. Avrupa kökenli 11 TV kanalının oluşturduğu Euronews, uydu aracılığıyla her gün 24 saat süreyle görüntü ağırlıklı yayın yapmaktadır. Euronews’un tüm Avrupa ile Yakın ve Ortadoğu’yu da kapsayan yayınları Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, İspanyolca ve Arapça’dır.[167] Bu arada haber ajanslarının internet ve intranetlere (özel elektronik ağ) olan ilgileri de artmıştır. Örneğin REUTERS bugün bazı internet girişlerinin sahibidir ve internet sayfalarına aldığı reklamlardan önemli gelirler sağlamaktadır. AFP Ajansı’nın, bu alanda etkinliğini artırmak için yatırımları sürmektedir.

Öte yandan, Dow Jones ile Bloomberg* de, öteki bazı rakipleri gibi finansal haberler servisi işletmektedirler. Bu servisler çeşitli finansal haberleri anında izleyiciye duyurmakta, böylece ekonomik ve mali konularda önemli kararların alınmasında rol oynamaktadırlar.
Bloomberg Ajansı, New York’lu bir borsa şirketi yöneticisi olan Michael Bloomberg tarafından 1981 yılında kurulmuştur. Kitle iletişim araçlarından daha çok “para yöneticileri ve profesyonel yatırımcılar” için haberler yayımlayan Bloomberg Ajansı’nda 350’si gazeteci olmak üzere 2.300 kişi çalışmaktadır. Ajans, dünya üzerindeki 60 bürodan derlediği haberlerle 55.000 bilgisayar terminaline hizmet vermektedir. (Bloomberg dünya üzerinde 300.000 bilgisayar terminaline haber ulaştıran REUTERS’den sonra bu alanda ikinci sıradadır.) Bloomberg Ajansı radyo yayınının yanı sıra “Bloomberg Information Television” ile 24 saat ekonomik ve mali haberler vermekte, ABD’de 200 kadar televizyona da alanıyla ilgili haber bültenleri hazırlamaktadır. Ekonomi ve finans alanında hizmet veren bir başka haber ajansı da Knight-Ridder basın grubunun bünyesinde 1883 yılında kurulan “The Business Information Services”dir.
Uluslararası haber üretim ve dağıtım hizmeti, uzun yıllar AP (Associated Press), UPI (United Press International), AFP (Agence France Presse), REUTERS ve TASS’ın önderliğinde yürütülmüştür. Bu hizmet günümüzde, 1970’li yıllarda UPI’ın el değiştirerek küçülmesi, 1992’de de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle TASS’ın (yeni adıyla ITAR-TASS) etkinliğinin azalması sonucu, Amerika Birleşik Devletleri (AP), Fransa (AFP) ve İngiltere (REUTERS) kökenli üç ajansın etkin denetimi altındadır.

Ticarileşme ve tekelleşme süreci uluslar arası haber ajanslarını da olumsuz yönde etkilemiştir. Haberin doğruluğu şartıyla yola çıkan haber ajansları çıkarları doğrultusunda haberleri yapmakta ve servis etmektedir. Artık haberler, yayın kurumunun ekonomi politiği çerçevesinde belli bir seçime tabi tutulmakta, şirket çıkarlarını besleyen haberler yayınlanmaya değer görülürken, bu çıkarlara uymayan haberler elenmektedir. Bu seçme işlemi gazeteciliğin olağan bir pratiği haline gelmekte, gazeteciler bu süreci sorgulamaksızın ‘profesyonellik’ adı altında egemen ideolojiyi yeniden üreten günlük pratiklerine devam etmektedir.
Dünyanın birçok noktasında şubesi bulunan küresel haber ajansları, bu noktalardan yaptıkları haberleri dünyanın dört bir yanına servis etmektedir. Ancak bu servis ülkelerle olan ilişkiler ve siyasi çıkarlar noktasında da haber üretim sürecini olumsuz yönde etkilemiştir. Küresel haber ajanslarının bu tutumu beraberinde belli başlı tartışmaları ortaya çıkarmaktadır. Haber ajanslarının haberi doğru ve zamanında takipçilerine aktarmak zorunda olduğunu savunan büyük bir kesim bu tutumun doğru olmadığını savunmaktadır. Ancak küresel haber ajansları dünya üzerindeki birçok medya kuruluşu gibi günümüzde haber üretim sürecine şekil veren editörler tarafından yönetilmektedir.

SONUÇ

Türkiye’de 1980’lerden itibaren farklı medya ortamlarının farklı sanayi kollarıyla bütünleşmesi sürecinde ortaya çıkan mülkiyet ve kontrol ilişkileri, neoliberal ekonomi politikaları bağlamında Türkiye’nin girdiği yeni sermaye birikimi sürecinden bağımsız değildir. Türkiye’de medya sektöründeki yoğunlaşma, 1990’lı yıllardan itibaren büyük bir ivme kazanmış, gazeteci ailelerin kontrolündeki geleneksel medya sahipliği, yerini medya dışı sektörlerde faaliyet gösteren sermaye gruplarının egemen olduğu yeni medya sahipliğine bırakmıştır. Bu durum haber üretim sürecini önemli ölçüde etkilemiş ve medya patronları ekonomik çıkarları doğrultusunda haber üretmeye başlamıştır.

Şirket evlilikleri ve çapraz mülkiyet ile karakterize olan yeni medya sahipliği, tüm dünyada farklı bir iletişim ortamına işaret etmektedir. Yeni iletişim teknolojileri ile beslenen medya endüstrisi, yeni bir ekonomik, siyasî ve kültürel ortamın temel unsuru haline gelmektedir. Türkiye’de medya sektöründe faaliyet gösteren büyük sermaye gruplarının gazete yayıncılığı, haber ajansı hizmetleri, kitap ve dergi yayıncılığı, dağıtımcılık, reklam-ilan dağıtımcılığı, televizyon yayıncılığı, radyo yayıncılığı, televizyon yapımcılığı gibi alanlarda ticarî faaliyetlerinin yanı sıra bankacılık ve finans, pazarlama, otomotiv, turizm, sağlık, enerji, telekomünikasyon, sigorta, inşaat gibi birçok sektörde girişimleri bulunmaktadır. Bu profil, medya içerikleri üzerinde oldukça belirleyici olmaktadır.
Türkiye’de özellikle 1990’lı yıllardan itibaren medya sektöründeki istihdam politikalarında sendika yer almamaktadır. Bu koşullar altında iş güvencesi olmayan gazetecilerin özerkliği çok sınırlı olmakta, medya sahiplerinin ve reklamcıların baskılarına karşı durmaları zorlaşmaktadır. Ayrıca editoryal özerklikten de söz etmek mümkün değildir. Türkiye’de pek çok editör, meslekten çok medya sahibiyle özdeşleşmekte, bunun yanı sıra muhabirler de kendilerine oto-sansür uygulayabilmektedir.

Haber medyasında sansür ve oto-sansür sorununun ele alındığı ampirik bir araştırmada gazetecilerin günlük haber pratiğinde kamu yararı içeren bazı olayları habere dönüştürmekte tereddüt edip etmediklerine ilişkin bir soruya %91,4 oranında “evet” cevabı verdiklerini bulgulamıştır. Bu sonuç, ‘gazetecilerin kamunun ihtiyacı olan önemli olayları durumları habere dönüştür(e)mediklerini’ göstermektedir. Gazeteciler, kamu yararı içeren olayları/ durumları açıklamaları neden habere dönüştüremediklerinin gerekçelerini ise; iç siyasî baskılar, medya sahibinin finansal çıkarları ve reklam verenlerin baskısı olarak sıralamışlardır. Gazetecilerin çok önemli olduğunu düşündükleri haberlerin editoryal süreçte sansürleneceğini düşündüklerinden, bu tür haberleri yapmaya dahi kalkışmadıkları anlaşılmaktadır. Küreselleşme ve Neoliberal Politikalar sonrası medya içeriklerinde sansasyon ve manipülasyon daha da yaygınlaşmıştır. Medya yöneticileri ve köşe yazarları medyayı ekonomik ve siyasî yönden şekillendirmeye başlamıştır. Bu süreç, çeşitli iletişim olanakları yaratan yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesini sağlarken, ancak etkin bir alternatif medya olanağını zayıflatmış ve etik kodların sürekli aşınmasına yol açmıştır.

Neoliberalizm sürecindeki egemen medya düzeni, editoryal bağımsızlığı olanaksız hale getirmekte, gazetecilerin örgütsüz çalışma ilişkileri içinde istihdam edilmesi ve iş güvencelerinin olmaması haberlerde eleştirel bakışı ortadan kaldırmakta ve gazetecilerin bağlı bulundukları medya grubunun çıkarlarına göre hareket etmelerine neden olmaktadır. Haber içeriklerinde belirli konuların öne çıkartılması, kamu yararını ilgilendiren ve demokrasinin temelini oluşturan ekonomik ve sosyal güvenlik haklarına ilişkin sorunların haber çerçevesinin dışında tutulması demokratik bir toplumda medyanın kamusal sorumluluk bilincinden kopması anlamına gelmektedir.
Medyanın sahiplik yapısı sonucu ortaya çıkan ekonomik çıkarlar, editoryal süreç ve gazetecilerin kendilerine uyguladıkları oto sansür haber üretim sürecinin büyük ölçüde etkilemektedir. Bu durum doğru haberin kişilere aktarılması noktasında büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Küreselleşme ve neoliberal politikalar sonrasında oluşan bugünkü medya ortamı gazeteciler yerine işadamlarının elinde bulunmaya devam ettiği sürece haber üretim süreci etkilenmeye ve çıkarlar doğrultusunda şekillenmeye devam edecektir. Bu sonuç çalışma öncesinde öngördüğümüz savımızı da doğrulamaktadır.

KAYNAKÇA
  1. GİRGİN, Atilla, (2002), Uluslararası İletişim Haber Ajansları ve A.A, Der Yayınları
  2. BÜYÜKBAYKAL, Ceyda, (2005), Geçmişten Günümüze Uluslararası Haber Ajanslarının Yeri ve Önemi, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi
  3. AVŞAR Zakir ,ŞEN Fulya (2012), Türkiye’de Neoliberal Politikaların Haber Medyasına Yansımaları: Ana akım Medyanın Ekonomi Haberleri Üzerine Bir İnceleme, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi  İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 35 /
  4. BAYAR Fırat (2010), Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Ekonomik Sorunlar Dergisi,
  5. ASLAN Kemal (2012), Neoliberal Politikaların Editoryal Yapıya Etkileri: TRT ve NTV Üzerine Karşılaştırılmalı Bir İnceleme, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon ve Sinema Ana Bilim Dalı İletişim Bilimleri Bilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul
  6. ÖZGEN Neşe (2014), Neoliberal Politikalar İkliminde Üniversite Üzerine: 1980 Sonrasında Üniversitelerin Üretim, Yönetim ve İstihdam Politikaları, Mülkiye Dergisi
  7. İNAL Ayşe (2008), ‘Gazetecilik Etiği’ Bilgi ve Bellek 7
  8. MUTLU Erol (2005), ‘Saddam, İkiz Kuleler ve Global Medya Ahlakı’ Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya, Ankara
  9. TOPUZ Hıfzı (2003), ll. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul
  10. ADAKLI Gülseren, Gazetecilik etiğini belirleyen yapısal unsurlar: Mülkiyet ve kontrol sorunu, Medya ve etik,
  11. ADAKLI Gülseren (2006), Türkiye’de Medya Endüstrisi Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri, Ütopya Yayınevi, Ankara
  12. TALU Umur (2000), Dipsiz Medya, İletişim Yayınları, İstanbul
  13. MAVİOĞLU Ertuğrul (2012) Cenderedeki Medya Tenceredeki Gazeteci, İthaki Yayınları, İstanbul









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

RAYMOND HENRY WİLLİAMS

Cumhuriyet’in kuvvet üssü: Eskişehir Cer Atölyesi

TELEVİZYONDA YAYINLANAN DİZİLERDEKİ ŞİDDET İÇERİKLİ GÖRÜNTÜLERİN SEYİRCİLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ